Kalplerin Kanseri Fitne

Kalplerin Kanseri Fitne

SEMERKAND DERGISI
Cemil MOLLAHANOGLU• Ekim 2000



Temel anlamı imtihan demek olan fitne, daha sonraları küfür ve her türlü günah ve kötülükler manasında kullanılmaya başlanmış. Ayrıca insanlar arasında oluşan ayrılıklar, ihtilaller, eşkiyalık, dedikodu, söz götürüp getirme, anarşi ve kavga da fitne adını almış. Bugün ise bu kelime daha çok dedikodu, söz götürüp getirme, ayrılıkçılık ve anarşi gibi manalara gelmekte.

Fitnenin bu gün kazanmış olduğu manaya baktığımızda, onun insanlığın barış ve huzuruna yönelik bir tehdit olduğunu anlarız.

Bu anlamıyla bugün fitneden şikayetçi olmayan var mı?

Birliğimizi, dirliğimizi bozan ve hayırlara yürüyüşümüzün önünü kesen fitnenin kaynağı ne olabilir?

Yaşadığımız fitne kabilinden olayları her ne kadar zahirî sebep-sonuçlara göre açıklamaya çalışsak da, bilmeliyiz ki şeytan Ademoğlunun apaçık bir düşmanıdır ve onların Allah’ın dininde kardeş olmalarını ve birbirlerini sevmelerini kıskanır. Bu birliği bozmak için fitneyi bir silah olarak kullanır. İnsanların kalbine fitneye sebep olacak günah tohumları atar. Kalpte kabul görüp büyüyen her günah, azaların masumiyetini bozar ve onları günaha sürükler. Böyle bir insan da artık cemiyette bir fitneci olarak dolaşır ve yaşadığı toplumun uyumunu, birlik ve beraberliğini bozan bir unsur haline gelir. Böylece her günah bir fitne sebebi olur.

Kalbin ıslahından, toplumun ıslahına

Sahabe-i Kiram ve Allah’ın veli kulları, bu yüzden kalpteki iman nurunu azaltan her günah ve bid’ati fitne saymışlardır. Onların dilinde fitne, dinî teslimiyetin istikrarını, takvanın hakimiyetini bozan amellerin adı olmuştur. Bu yüzden de onlar fitnenin kökünü kazımak için işe kalbi ıslah etmekten başlamışlardır.

Sevgili Peygamber Efendimiz A.S., bir hadis-i şerifinde: “Uyanık olun! İnsanda bir et parçası var ki, o ıslah olunca bütün vücut ıslah olur. O bozulunca da bütün vücut fesat bulur.” buyurmuşlardır. Anlaşılıyor ki kalbin bozulması ferdin bozulmasına, ferdin bozulması aileye, ailenin bozulması topluma, toplumların bozulması da insanlık alemine sirayet eder ve bir kalpten taşan fitne bütün alemi ifsat eder. İşte bugün sosyal, siyasal ve ekonomik bozulmaların özünde günahlarla kirlenmiş kalp unsuru vardır. Böyle kalpler, fırsatını buldukça cemiyete fitnesini bulaştırır ve cemiyetin diğer masum fertlerini de bozar. Böylece, bozulma kalp merkezinden toplumsal alana doğru yayılma gösterir.

Bu yüzden tasavvuf erenleri, dış alemde gözlemledikleri fitneyi, kalpteki günahların bir görünümü olarak görmüşler ve bütün günahların kaynağı nefs-i emmaredir demişler.

Mukaddes Kitabımız’a ve Rasul’ün haberlerine olduğu kadar derin gözlemlere dayanan bu tesbit doğrudur. Günahlar nefs-i emmareden kalbe akar. Mesela haset ve kin… Bu günahlar kalpte yer edince, insanı düşmanlığa sevk eder. Bu düşmanlık ferdi katil olmaya, toplumları da başka topluluklara karşı kıyıcı ve sömürücü olmaya kadar götürür. Eğer insan korkak tabiatlı biri ise, onu gıybete ve dedikoduya sevk eder. İşte gıybet ve adam öldürme günahı bir cemiyette bu dürtülerle işlenir ve cemiyetin fertlerini birbirine düşürür. İş kan davalarına kadar büyür, nesillerden nesillere sirayet eder. İşte böylece insanoğlunun kalbinde başlayan bu iki günah, cemiyetleri bölen ve birbirine düşman eden büyük bir fitneye dönüşür.

Tarih boyunca tasavvuf ehli, bütün iyiliklerin olduğu kadar bütün kötülüklerin de başlangış noktası olan kalp alanında çalışarak, insanlık ailesine huzur getirmeye çalışan gerçek insanlık dostları olagelmişlerdir.

Toplum kalplerin aynasıdır

Demek ki fitne, imansız veya günahkâr bir kalbin mahsulü. İç alemdeki anarşinin dış alemi istila etmesi. Bu yüzden işin özünü gören iman nuruyla aydınlanmış akıllar, modern dünyanın yaşadığı problemlerin sebeplerini, zahirî sebeplerden ziyade insanlığın kalbî derinliklerinde görmüşlerdir.

Bu açıdan bir toplum örgüsüne bakarak onları meydana getiren fertlerin kalbî durumları hakkında doğru kanaatlere ulaşmamız mümkündür. Cemiyet nizamı onu oluşturan fertlerin ruh ve gönül aynasıdır.

İdeal insanların, yani kâmil ve mükemmel insanların kalbi, Allah’ın zikriyle huzur bulmuştur. Onların gönlünde günah olmadığı için, o gönüllerden cemiyete hep hayır ve güzellikler akar. Onların elleri sadaka verir, adaleti uygular; dilleri hakkı söyler. Onların oluşturduğu cemiyet dengeli ve huzurludur. O cemiyet terbiye eden, mükemmel insanlar yetiştiren bir mektep olmuştur artık. O cemiyetin şehirlerinde, sokaklarında, pazarlarında her fazileti görüp taklit edeceğimiz o kadar çok örnek insan vardır ki, kötülerin bile iyi bir insan olmakan başka bir tercihleri yoktur.

Böyle bir toplumun insanları, cennetten bir topluluk gibidir ve sanki cennet ehlinin ahlâkını dünya ehline öğretmek için yeryüzünde bir müddet kalmak üzere gelmiş gibidirler. Bu cemiyetin temelinde adalet güneşi ışıldadığı için, fitne karanlığı kaçıp gitmiştir.

Diğer taraftan, kalbi hayır ve şer kutupları arasında gidip gelen insanların, yani nefs-i levvame sahiplerinin kalbinde takva ile günahların savaşı vardır. Önce günah işlerler sonra döner ağlarlar. Nefislerine söz geçiremezler bir türlü. Seyyid Ahmet Arvasî bu insan tipini anlatmak için çok güzel bir misal verir: “O bir avcı gibidir. Önce narin, kadife tüylü ceylanı vurur; onu keser, parçalar, sonra da duvarda asılı sazını eline alır, ‘aman yazık oldu ceylana, kaç kuzulu ceylan, yad avcı geldi’ der, ona ağıtlar söyler ve ağlar.”

Bu insanların kalbinde iyi ve kötü duygular savaştığı gibi, kurdukları cemiyette de iyiler ve kötüler savaşır duur. İyiler galip gelirse cemiyet huzurlu bir ortama, kötüler galip gelirse karmaşa ortamına dönüşür. Kuvvetler denk gelirse savaş sürer gider. Bu cemiyet de fertlerinin kalbine benzer. Kalpler dengesiz olduğu için cemiyet de dengesizdir. Çalkantılıdır. Durulmak bilmeyen dalgalı, huzursuz bir deniz…

Bazen huzur da fitnedir

Nefs-i emmare sahibi zevkçi insanların kalbinde artık savaş bitmiştir. Ama şer ve günahlar saltanatını ilan ettiği için… O toplumun fertleri, bu saltanatın adını istikrar ve huzur koymuştur. Bu huzuru bozanları fitneci ilan ederler. Onlara hakkı, hakikati, ölümü ve sonrasını, ceza gününü, Allah’ı hatırlatan herkesi düşman ilan ederler. Kendi vicdanlarının sesini bile bastırırlar. Onlar için yaşamanın biricik gayesi hazdır. Dünyanın fani hazları…

Bu insanların kalplerinden topluma şer akar. Onların elleri zulüm işler, dilleri batıl konuşur. Böyle bir toplumda insan terbiye olamaz; sadece insanlığını yitirir. Nefsanî zevklerin sahte mutluluğu ile sarhoş dünyanın insanlarının gazetelerde, televizyonlarda görüp durmakta olduğumuz ürpertici halleri bu durumun ispatı değil mi? Neticede iman ve ahlâkın hakim olmadığı bir cemiyette, herkes sürdüğü sürü hayatından memnun olsa da o cemiyet fitne toplumudur.

Bu cemiyet içinde insanlar, dünyevi hazzın hatırı için barışı korurlar. Onların iyilikleri Allah için olmadığından, faziletleri ve salih amelleri yok, bir takım sosyal erdemleri vardır. Yardımlaşmaları genellikle dünyalık menfaatleri adına, en ileri derecede ise insanlık adınadır. İşledikleri hiçbir günah onların vicdanını rahatsız etmez. Bu haliyle adeta bir sürü hayatı yaşarlar.

O cemiyetin hayatı dünya içindir, sanatı dünya içindir. Ebediyete giden bütün yollar kapalıdır. Hazlardan mahrum olunca feryat ve isyan eder. Böyle bir cemiyette Yaratıcı’nın hakkı ayaklar altındadır.

Ve işte en büyük fitne budur ve bütün çağlar boyunca da var olagelmiştir.

İÇİMİZE ATEŞ DÜŞMESİN
Muhammed Emin Gül

Hz. Peygamber A.S., fitneyi “ateş” olarak nitelendiriyor. Gerçekten de fitne, kalplerin huzurunu ve hakka teslimiyetini, toplumların birlik ve dirliğini yakan bir ateş. Üstelik son derece sinsi, umulmadık yer ve zamanda ortaya çıkabilen bir ateş. Tedbir için, nerelerden nasıl çıkacağını bilmek gerekiyor.

Fitnenin tek bir çeşidi olmadığını biliyoruz. Hergün yüzyüze bulunduğumuz veya bulunabileceğimiz yaygın fitne çeşitlerine karşı uyanık olabilirsek, diğer fitnelere karşı koymamız da kolaylaşacak.

Bu noktada, fitnenin kendini hemen belli eden karakterinin bozmak, yıkmak, karıştırmak ve ayırmak olduğunu hatırda tutmamız gerekiyor. Sonucunun da insanın imanını zayi etmeye, kalbini öldürmeye, saadetini felakete çevirmeye kadar gittiğini bilmeliyiz.

İnsan, aile ve toplumlar için böylesine vahim sonuçları olan fitne ateşini yakan şeytan, tutuşturan da nefistir. Bu ateşi alevlenince, uzak-yakın herkese ondan bir kıvılcım ulaşır. Sonuçta temiz kalpler kararır, sakin gönüller daralır, huzur kaçar, gülen yüzler hüzünle gölgelenir.

Fitnenin giriş yolları

*Şeytana teslim olarak şeytanlaşmış fitneciler, en çok kul ile rabbinin arasını bozarlar. Kalbe şüphe ve tereddütler sokarak iman ve teslimiyeti aşındırırlar. Böylece insanı dinden soğutup, haktan ve hayırdan uzaklaştırırlar. Allah’ı zikretmekten alıkoyarlar. Her türlü harama teşvik ederler.

*Bazı fitneciler, devlet ile milletin, idareci ile halkın arasını bozarlar. Yöneteniyle, yönetileniyle milletin topyekûn iki cihanda huzur ve selamet bulmasından rahatsız olan böyle fitneciler, halkın içinden çıkabileceği gibi, idareciler arasında da bulunabilir. Huzur ve sükundan rahatsız olurlar, toplumun birlik ve dirliğini bozmak için akla gelebilecek her yolu denerler. Başarıya ulaştıklarında ise, halkın feryadını seyredip keyiflenirler.

*Bazı fitneciler, huzurlu bir aileye kancalarını atarlar. Önce dost görünür, yuvanın özel hallerini, gizli yönlerini, saklı bilgilerini alırlar. Sonra, yine dost kılığında karı ve kocaya ayrı yönlerden yaklaşır, kalplerini şüpheye düşürecek haberleri uydurmaya başlarlar. Bunu da onların iyiliği için yaptıklarını söylerler. Bu işi yaparken, aslında her adımlarında şeytanla birliktedirler. Hatta bazıları hile ve düzende şeytanı bile geride bırakırlar. Eğer bu karı koca, fitnecinin içlerine attığı bu şüpheyi samimiyet ve açık yüreklilikle aralarında istişare edip işin aslını göremez iseler, tuzağa düşmüş olurlar. Böylece aslı-esası olmayan uydurmalarla aile saadeti yok olur ve bazen de yıkılır.

Allah için birbirini seven iki dostun arasını ayırmak da, ancak bu tarz fitne ile olur.

*Bazı fitneciler, Allah yoluna yönelmiş, bir mürşide el ve gönül vermiş kimsenin önüne çıkarlar. Şeytan içeriden vesvese ile, fitneciler de dışarıdan bir sürü şüphe ve hile ile bu kimseyi yolundan soğutmaya çalışırlar. Allah dostunu karalarlar, ‘namaz kılmaktan ve Kur’an okumaktan başka zikir yoktur’ deyip, zikir yapanları ayıplarlar. Böyleleri mürşidle tevbeyi ve velileri sevmeyi şirk sayarlar. Hak yolunda cemaat olmayı tehlikeli bir örgüt gibi ya da çıkar birliği olarak tanıtırlar. Sünnet-i Seniyye’ye bağlı tasavvufî cemaatleri hedef alan bu kimseler, Allah için tasavvuf yoluna adım atmış müridi, girdiği yoldan ayırmayı, onu mürşidinden koparmayı en birinci iş kabul ederler. Kendilerince ıslah ediyoruz derler, fakat bütün yaptıkları ifsattır.

*Fitne, yalanla olduğu gibi doğru söylemekle de olabilir. Bazen iki kişinin arasını düzeltecek bir yalan söz, fitne olup huzuru bozacak doğru sözden daha hayırlıdır. Mesela, birisinin gıybetini eden, arkasından kötü söyleyen kimseyi dinleyen bir kimse, gidip gıybeti yapılana: ‘Falanca senin gıybetini etti, hakkında kötü konuştu, seni alaya aldı, halkın içinde maskara yaptı!’ demesi, aslında gerçeği ifade edebilir. Fakat iki insanın arasını bozacak bu doğruda hayır yoktur, fitne vardır. Onun için bu tür haberleri yaymak yanlıştır.

Tavsiyelerin özü

Günlük hayatımızda karşılaşma ihtimalimizin yüksek olduğu bu fitne yollarından korunabilmek için çeşitli emir ve tavsiyeler bulunuyor. Bütün bu emir ve tavsiyelerin özünde şunlar bulunur:

Bir yerde fitne çıktığında dili tutmalı, bir zaruret veya vazife yoksa konuşmamalıdır. Fitne bölgesine ve fitneye düşmüş kimseye yanaşmamalıdır. Çünkü fitne veba hastalığına benzer.

Olayların iç yüzünü bilmeden acele karar vermemek. Çünkü acele şeytanın oyunudur; sükûnet, genişlik, tedbir ve güzel tesbit ise Allah’ın emridir.

İyi ile kötüyü, mü’min ile münafığı, dost ile düşmanı biribirinden ayırma ferasetine sahip olmak gerekir.

Fitnenin asıl anlamının imtihan ve sınama olduğu dikkate alındığında, herkesin halini ortaya koyan imtihan çeşitleri vardır ki, onlar çoğu kere lazımdır. Aile, evlat, mal, mevki, şöhret, para ve parasızlık ile başa gelen imtihan ve sıkıntılar, insan terbiyesi için gereklidir. Varlıkla şımarmaktan, yoklukla isyandan uzak durmak gerekir.

Ve dua… Her zaman dua: “Allahım! Dinimde fitneye düşmekten sana sığınırım. Ey Rabbim! Fakirlik ve zenginliğin, sıhhat ve hastalığın, bekârlık ve evliliğin, hayatın ve ölümün fitnelerinden sana sığınırım.”

Acı-tatlı her halinde Allah rızasını arayanlara müjdeler olsun.

FİTNEDEN KURTULUŞ REÇETEMİZ
Kemal Süleymanoğlu

Müminleri bizzat Alemlerin Rabbi kardeş ilan etti. Kardeşler nasıl birlik-dirlik içinde olacaklarsa biz de öyle olacağız. Aramızı bozan, bizi ayrılığa gayrılığa götüren fitne tuzaklarına düşmeyeceğiz. Ama nasıl?

Uzun tartışmalara, teorik izahlara çok ihtiyaç yok aslında.

Allah Rasulü, çok basit ve uygulanabilir şekliyle çözümler sunuyor.

“Rasulullah A.S., bir gün sabah namazını kıldırdı, sonra minbere çıktı ve konuşmaya başladı. Konuşması öğleye kadar devam etti. Minberden indi, öğle namazını kıldırdı ve tekrar minbere çıktı, ikindi vaktine kadar devam eden bir konuşma yaptı. Sonra minberden indi, ikindi namazını kıldırdı. Yeniden minbere çıktı ve konuşmaya başladı. Bu konuşması da güneş batıncaya kadar devam etti. Meydana gelmiş ve bundan sonra meydana gelecek olan herşeyi bize haber verdi.” (Müslim)

Tam bir gün süren bir konuşma. Efendimiz A.S.’ın genel tutumundan çok farklıydı. O çok az konuşur, bununla birlikte çok geniş manaları ifade ederdi. Fakat Sahabe-i Kiram’dan Amr b. Ahtab R.A.’ın bu sözleri, çok özel ve çok önemli bir durumu haber vermekte. Acaba Hz. Peygamber A.S.’ı bir gün boyunca konuşturan bu önemli konu ne olabilir?

Sahabe’den Huzeyfe R.A., bu konuşmanın kıyamete kadar çıkacak olan fitnelerle ilgili olduğunu anlatıyor. Küçük-büyük birçok fitnenin çıkacağını ve bunların “sıcak yaz rüzgarları gibi” bütün dünyayı kasıp kavuracağını bildiriyor.

Konuyla ilgili nakillerden anlıyoruz ki, Sahabe-i Kiram, Hz. Peygamber A.S.’ın bu konuşmalarından çok etkilenir ve fitnelerden nasıl kurtulacaklarını sorarlar.

İşte Efendimiz A.S.’ın gösterdiği kurtuluş reçetesi:

1- Dilini korumalı ve hiç kimse hakkında konuşmamalıdır. Çünkü fitne ortamında dil, kılıçtan daha kötü sonuçlar doğurur. (Ebu Davud, Tirmizî)

Fitne zamanında insanlar hakkında konuşmak, şeytan tarafından çok cazip gösterilir. Kişi konuştukça iyi bir iş, hatta ibadet yaptığını düşünür. Halbuki bu tür konuşmaların kanayan yarayı kaşımaktan farkı yoktur.

2- Fitne ile ilgili her türlü faaliyetten uzak durmalı. Çünkü fitne ortamında oturan, ayakta durandan; ayakta duran yürüyenden ve yürüyen koşandan daha hayırlıdır. (Müslim)

3- Kendisini koruyacak bir sığınak edinmeli. Çünkü Efendimiz A.S., “Fitne ortamından kim bir sığınak veya korunak bulursa oraya sığınarak kendini korusun.” buyurur. (Müslim)

Fitne, insanı Allah’tan uzaklaştıran her türlü karışıklık ve olumsuzluklardır. “Hasır üzerine yatan insanın bedeni çizgi çizgi o hasırdan izler taşıdığı gibi, fitneler de kalbe o şekilde tesir eder. Onları benimseyip özümseyen kalplerde, fitneler birer siyah nokta şeklinde yer eder.” (Buharî, Müslim) hadisinde belirtildiği gibi fitnelerin hedefi insanın kalbidir. O halde bu manevi düşmandan koruyacak manevi bir sığınak aramak gerekir. Fitnelerden koruyacak bu sığınak ise önünde bir takva imamı bulunan ve bütün derdi Sünnet hayatını yaşamak olan cemaattir.

4- Kendi yaşantısına dikkat etmeli ve ibadet hayatını Sünnet’e uygun bir canlılıkta devam ettirmeli. (Tirmizî) Başka bir ifade ile Rabbi ile arasını düzeltmeli. Farz ibadetlerden sünnet ve müstehap amellere kadar gücü yettiğince günlük hayatını süslemeli. Cemaatle ve tek başına yapmış olduğu tesbihleri ve zikirleri aksatmamak için özel bir gayret içinde olmalı.

5- İşinin hakkını vermeli. Kendi üzerine düşen işle meşgul olmalıdır. Fitne ortamına çekecek faaliyetlerden kaçınmalıdır. Çünkü fitne adeta bir girdap gibi ucundan bulaşanı çekip, merkezine alır. (Buharî, Müslim)

Ticaret ile uğraşanlar, memurlar, amirler kısaca her iş sahibi adaletli davranmalı, kul hakkı yememeye özen göstermelidir. İnanan insan hiç konuşmasa dahi, Sünnet’e uygun yaşantısı çevresindekilere örnek olmalıdır.

6- Hiçbir müminin reddedemeyeceği güzel ve hayırlı faaliyetlerle meşgul olmalı. Kur’an ve Sünnet hayatının inanan ve inanmayan herkese ulaştırılması konusunda gerekli olan her türlü faaliyet bunun içine girer. “Fitne ortamında insanların en hayırlısı kimdir?” şeklindeki bir soruya Resulullah A.S. Efendimiz şöyle cevap vermiştir: “Hayvanları ile meşgul olup onların hakkını veren, Rabbine ibadet eden ve atının başını düşmana çevirip onları korkutan kişidir.” (Tirmizî)

Günümüzde çeşitli sebeplerle kötü ortamlara düşmüş olan insanlar, kendilerine uzanacak bir dost eli bekliyorlar. Bize düşen en büyük vazife, yukarıdaki şartların yanında, bütün gücümüzü bu tür insanlarla ilgilenmeye sarfetmektir.

SAHABE VE SELEFİN FİTNE ANLAYIŞI
Ebubekir Sifil

Kur’an’da pek çok ayette geçen “fitne” kelimesi, içinde geçtiği ayetlere göre değişik anlamlar ifade eder. Deneme, imtihan, şaşırtma; günaha girmeye, bozgunculuğa, eziyete sebep olan şey, doğru yoldan sapma ve bela sebebi, kargaşa, bela, azap, musibet gibi manaları bunlar arasında sayabiliriz.

Kur’an’daki kullanımlarını topluca dikkate aldığımızda, fitne kelimesinin kullanılış tarzı hakkında şöyle bir çerçeve çizmemiz mümkündür: Fitne kelimesi Kur’an’da Allahu Tealâ’dan gelen bir şey hakkında kullanıldığı yerlerde ilahî bir hikmeti; Allahu Tealâ’nın emri olmaksızın kuldan kaynaklanan bir durumu anlattığı yerlerde ise, yerilmeyi ve kınanmayı hak etmiş bir durumu anlatır.

Hadislerdeki kullanım tarzlarına gelince: Genellikle hadis kitaplarının “fiten” ve “melâhim” bölümlerinde ve “Kitabu’l-Fiten” ismiyle ayrıca hazırlanmış hadis kaynaklarında fitne kelimesi, ferdî ve toplumsal bozulma, kargaşa, iç karışıklık durumlarını ifade etmek üzere kullanılmıştır. Bunun yanı sıra hadislerde bu kelimenin “kabir fitnesi”, “mal/zenginlik fitnesi”, “evlad u ıyal fitnesi” “fakirlik fitnesi”, “Deccal fitnesi” gibi farklı konuları anlatmak üzere kullanıldığı da dikkat çeker.

Sahabe ve Selef fitne kelimesinden ne anlıyordu?

Sahabe ve Asr-ı Saadet’ten hemen sonraki ilk alimler, fitne kelimesini Kur’an ve hadislerdeki anlamlarına paralel olarak iki kapsamda kullanmışlardır: Ferdî plânda, fakirlik, zenginlik, evlad u ıyal gibi kendisiyle kişinin imtihan edildiği şeyleri anlatmak üzere ve toplumsal planda da Kur’an ve Sünnet’e dayalı, murad-ı ilâhiye uygun olarak yaşanan emniyet, istikrar, birlik-beraberlik ve huzurun bozulmasına ve geniş çaplı iç karışıklık halinin ortaya çıkmasına sebep olan olayları kastederek.

Mesela Muaz b. Cebel (R.A.) şöyle der: “Sizler darlık fitnesiyle imtihan edildiniz; buna sabrediniz. Bolluk fitnesiyle de imtihan edileceksiniz…” (İbnu Ebî Şeybe)

Burada fitne kelimesi, ferdî plânda kişinin imtihan edildiği hususları anlatmak üzere kullanılmıştır.

Yine Sahabe’den Abdullah b. Selâm (R.A.) da şöyle der: “İnsanlar, Hz. Osman’ın katledilmesiyle, kendi üzerlerine kıyamete kadar bir daha kapanmayacak bir fitnenin kapısını açtılar.” (İbnu Abdilber)

Burada ise, “fitne”nin toplumsal boyuttaki kargaşa, birlik ve dirliğin bozulması anlamında kullanıldığını görüyoruz.

Aşağıdaki nakilde ise “fitne” kelimesinin, yukarıda zikrettiğimiz iki anlamı da kapsayacak tarzda kullanıldığı dikkat çeker:

Hz. ömer (R.A.) bir gün yanındakilere, “Kim bize fitnelerden bahsedecek?” diye sorar. Hz. Huzeyfe (R.A.) “Ben” der ve şöyle devam eder: “Kişinin evlad u ıyali dolayısıyla düşeceği fitneye, sadaka, namaz ve oruç kefaret olur.” Hz. Ömer (R.A.), “Ben bu tür fitneyi kasdetmemiştim. Benim kasdettiğim, deniz dalgaları gibi dalgalanacak olan fitnedir” deyince Huzeyfe (R.A), “Seninle o fitne arasında kapalı bir kapı vardır” der. (Buharî, Müslim, Tirmizî)

Bu minval üzere devam eden bu hadiste Sahabe’nin, “fitne” kelimesini yukarıda zikrettiğimiz iki anlamda da kullandığı görülür.

Aynı şekilde Tabiun’dan Said b. el-Müseyyeb (Rh.A.) şöyle der: “İlk fitne -yani Hz. Osman (R.A.)’ın şehid edilmesi- vuku buldu ve (ondan itibaren ikinci fitneye kadar) Bedir Savaşı’na katılmış sahabilerden kimse kalmadı. Sonra ikinci fitne -yani Harre Vakası- vuku buldu ve (ondan itibaren üçüncü fitneye kadar) Hudeybiye’de bulunanlardan kimse kalmadı. Sonra üçüncü fitne vuku buldu ve sahabilerin hepsi vefat edene kadar kalkmadı.” (Kaynaklarda, Buharî ve Abdürrezzâk tarafından nakledilen bu rivayette geçen “üçüncü fitne” nin, Ebû Hamza el-Haricî adlı kişinin isyan hareketi olduğu zikredilir.)

Yine Tabiun’dan İbn-i Sirîn’in, Hadis ilminde son derece önemli olan “hadisi nakledenleri sorma” hadisesi hakkındaki meşhur sözü şöyledir: “Fitne zuhur edene kadar hadisleri toplayanlar isnad aramazlar (hadislerin rivayetçi zincirlerini sormazlar)dı. Ne zaman ki fitne zuhur etti: “Bize ravilerinizin adlarını söyleyin” demeye başladılar…” (Müslim)

Burada “fitne” kelimesinin, yukarıda zikrettiğimiz ikinci anlamda, yani İslâm’ın getirdiği toplumsal emniyet, huzur ve istikrarın bozulup, geniş çaplı iç karışıklıkların çıkması anlamında kullanıldığı açıktır.

Fitne kelimesinin yanlış anlaşılmasına bir örnek:

Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’ın (R.A.) Haricî bir genç ile tartışırken aralarında geçen şu konuşma, fitne kelimesinin Sahabe’de nasıl bir çağrışım alanına sahip olduğunu çarpıcı bir şekilde gösterir:

Haricî:

- Ey Ebu Abdurrahman! Allah’ın Kitab’ında zikrettiği şu ayeti işitmiyor musun?: “Eğer mü’minlerden iki zümre birbiriyle vuruşursa, aralarını bulup barıştırın. Eğer onlardan biri diğerine karşı halâ saldırıyorsa, o saldırganla Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşın” (Hucurat/9) Allah’ın Kitab’ında zikrettiği gibi müslümanlar arasındaki harbe katılıp savaşmaktan seni nasıl bir düşünce uzak tuttu?

İbn-i Ömer (R.A.):

- Ey kardeşimin oğlu! Okuduğun bu ayeti delil edinip müslümanlarla savaşmaktansa, Yüce Allah’ın, içinde büyük tehditler zikrettiği şu ayeti delil getirip, ona göre hareket etmem bana daha sevimlidir: “Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası içinde ebedî kalıcı olmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap ve lânet etmiştir ve ona çok büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisa, 92)

Haricî:

- Allahu Tealâ, “Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamıyla Allah’ın oluncaya kadar onlarla muharebe edin” (Enfâl/39) buyuruyor.

İbn-i Ömer (R.A):

- Biz Rasulullah zamanında müslümanlar henüz sayıca az iken, o harbi müşriklere karşı yaptık. O zaman kişi dini hususunda fitneye, musibete uğratılır ve kendisine baskı yapılırdı. Müşrikler ya onu öldürürler veya sımsıkı bağlarlardı. Nihayet müslümanlar çoğaldı; artık hiçbir fitne kalmadı. (Buharî)

Abdullah b. Ömer (R.A.) burada, Haricî gencin zikrettiği ayetteki fitne kelimesinin, müslümanlar arasındaki ihtilafı değil, küfür ve şirki ifade ettiğini anlatır. Haricî genç ise bu kelimeyi, müslümanlardan bir grubun görüşünü diğerlerinin kabul etmemesinden doğan ihtilaf olarak anlamış ve Enfal Suresi 39’uncu ayete dayanarak onlarla savaşmanın bir görev olduğu şeklindeki yanlış sonuca varmıştır.

Günümüzde fitne anlayışı

Günümüzde fitne kelimesi, halk arasında çoğu kere yanlış olarak hal-i hazırdaki durum ve gidişatın değişmesine veya bozulmasına yönelik herhangi bir girişimi anlatmak için kullanılmakta. Üstelik bu durum ve gidişat nasıl olursa olsun! İsterse İslâm ile taban tabana zıt olsun! Oysa şu hususun iyice bilinmesi gerekir ki, İslâm’a aykırı herhangi bir durum ve anlayışın bizzat kendisi fitnedir ve istikrarın korunması, birlik-beraberliğin bozulmaması gibi gerekçelerle muhafaza edilmeye çalışılması bizzat “fitne”nin muhafaza edilmeye çalışılması anlamına gelir.

Nitekim İbn-i Abbas, Katade, Mücahid, Hasan-ı Basrî, Süddî ve daha birçok müfessir, yukarıdaki rivayette geçen Enfal/39 ayetindeki “fitne” kelimesinin “şirk” anlamında olduğunu söylerler. İbn-i Zeyd ve daha başkaları da “küfür” anlamında olduğunu ifade ederler.

Bu görüşleri nakleden Taberî ve Kurtubî gibi müfessirler de, bu tefsir şekillerini esas alarak konuyu şöyle açıklarlar: “Müşriklerle savaşın; ta ki Allah’a şirk koşulmasın ve O’ndan başkasına ibadet edilmesin. Putlara ve sahte ilâhlara kulluk edilmesin. Böylece yeryüzünde Allah’ın kulları üzerindeki küfür ve şirk belası ortadan kalksın ve kâfir ve müşriklerin müminlere uyguladığı eza ve cefalar son bulsun.”

Bütün bunlardan anlıyoruz ki, yüce dinimizin bizden istediği şeyleri fert ve toplum olarak arzu edilen seviyede yerine getirmekten bizi alıkoyan ne varsa fitnedir. Yerine göre varlık ve yokluk, yerine göre evlad u ıyal, yerine göre toplumsal kargaşa ve huzursuzluk, yerine göre Deccal… Bütün bunlar, dinimizi ideal ölçülerde yaşamamıza ve hayatımızı sırat-ı müstakim üzere sürdürmemize engel teşkil ettikleri anda, birer fitnedirler.

Ne türlü olursa olsun, hayatımızı rıza-yı ilâhî doğrultusunda yaşamamıza mani olan her türlü fitne konusunda Tabiun’un ileri gelenlerinden ibn-i Ebî Müleyke’nin şu duasıyla Rabbimize iltica edelim:

“Allah’ım! Geriye (İslam öncesi cahiliye anlayışına) dönmekten yahut dinimizde fitneye uğramaktan sana sığınırız.” (Buhârî, Müslim
KALP HUZURU
 

ÂYET-I KERIME
 
"Ben insanlari ve cinleri ancak bana
kulluk etsinler diye yarattim."
(Zâriyat 55/56)
HADIS-I SERIF
 
Resulullah (sav):
"Kas cekenle cektirene
Allah Lanet etsin "
(Ebu Davud)
www.semerkand.com
 
Cok Güzel eserlerin yer aldigi bir site.
Kitap, cd, vcd, dvd, Alkolsüz Kosmetik ürünleri ve Alkolsüz Parfümler bulabileceginiz bir adres...

Semerkand kitaplari Almanya Satis Noktasi:
www.office15.eu
http://www.yolculariz.tr.gg/
 
KOMSU SITE
Bu site'de Canli radyo yayini yapilmakta.
Kuran-i Kerim dinleyebilirsiniz..
ve daha neler neler...
http://www.yolculariz.tr.gg/
 
Bugün 4 ziyaretçi (6 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol